Perşembe, Mayıs 25, 2006

CAN DÜNDAR' dan
Perşembe gecesi... Saat 01.00... Ankara Keçiören'de Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) hastanesi önü... Hemen karşıdaki sokakta televizyonların naklen yayın araçları kurulu...
Hastane girişinde birkaç araba...
Ve bir avuç adam... Tanıdıklarım: Ecevit'in en yakınında olmuş iki gazeteci: Fikret Bila ve Mehmet Çetingüleç...
Partinin basın danışmanı Süleyman Yağız...
Ve onun kabinesinde bakanlık yapmış Yaşar Okuyan...
Az sonra TRT'deki kameramanlık günlerinden tanıştığımız DSP'nin eski milletvekili Mustafa Vural ağlayarak geliyor. Eşinin telkinlerine rağmen gözyaşlarına hakim olamıyor.
1.15'te Sağlık Bakanı Recep Akdağ hastaneden çıkıyor. Ecevit'in beyin ölümünün gerçekleştiği, yaşam destek ünitesine bağlandığı haberi geliyor.
Az sonra DSP Genel Başkanı Zeki Sezer bunu yalanlıyor.
Son yıllarda her fotoğraf karesinde Ecevit'lerin başucunda görünen yakın koruması Recai Birgül'ü arıyorum:
"Evet, beyefendinin durumu ağır" derken ağlamaya başlıyor o da...
"Karaoğlan" efsanesini yaratan yüzbinlerden artakalan bir avuç adam, geceyarısı efsanenin son durağında içerden haber bekliyor.
Üç cümlelik açıklama
18 Mayıs günü Ankaralıların Danıştay saldırısını protesto için Anıtkabir'e yürüdükleri saatlerde tepkisini bir basın açıklamasına döktü Ecevit...
Yayın organlarına gönderilen açıklamada "Bülent Ecevit'in demeci" deniliyordu. Partisi yoktu artık; o, sadece bir isimdi.
"Hükümet derhal çekilmelidir" başlıklı demeç üç cümleden ibaretti:
"Laik demokratik cumhuriyete karşı Ankara'da göz göre göre işlenen korkunç cinayetten başbakan da sorumludur ve başında bulunduğu hükümet de sorumludur. Bu hükümet artık görevde kalamaz. Halkın yüzüne bakamaz."
Bu kadar!
Ecevit açıklamalarında alışkın olmadığımız bir cümle aksaklığı ama hep alışkın olduğumuz sorumluluk, kararlılık ve duyarlılık...
Bir intihar girişimi
Bu açıklamayla yetinmedi.
Cenazeye gitmek istiyordu.
Rahşan hanım bunu yapmaması gerektiğini söyledi. Hava sıcaktı. Cenazede bir izdiham olacağı belliydi.Bu halde gitmemeliydi.
Diretti Ecevit... Böyle bir günü evde televizyondan izleyemezdi:
"Aynı fikir doğrultusunda olduğumuz bir değerli insanı son yolculuğunda yalnız bırakmak istemem. O yüzden cenazesine katılacağım" dedi.
Gri gömleğini giydi, kravatını ve ünlü "Ecevit kasketi"ni taktı.
Ve cenazeye geldi.
Bu, 81 yaşında, sağlık sorunlarıyla boğuşan bir insan için intihar demekti.
Cenazede uzaktan görebildiğim kadarıyla gerçekten çok kötü durumdaydı.
Kalabalığı yararak zar zor ilerledi, cami avlusunda, musalla taşı başında sıcakta uzun süre bekledi.
Üzüntünün de eklenmesiyle yanındakileri tanıyamayacak hale gelmişti. Yanına gelen Devlet Bahçeli'yi hatırlamakta zorlandı. Gözlerinin içi bembeyazdı.
Düşüyordu
Tören bittiğinde omuzları hepten çökmüş, bacaklarını sürüyemez hale gelmişti.
Artık ayakta duracak hali kalmamıştı.
İki koruması iki koluna girdiler. Bir ara sendeledi, dizi yere değdi.
Kaldırdılar.
Kocatepe Camii avlusunu dolduranlar onu hararetle alkışlıyor, "Helal olsun" diye bağırıyordu.
Yaşlıca bir adam sırtını sıvazladı, omzunu öptü.
Bir başkası uzanıp omzundaki saç telini aldı.
O ise bir an önce çıkışa ulaşmaya çalışıyordu.
Arabaya zor bindi.
"Derin uyku"
Eve geldiğinde bitkindi. Dinlenmeye çekildi. İki saat sonra fenalaştı.
Recai Birgül özel doktoru Mücahit Pehlivan'ı aradı.
Pehlivan hemen gelip ilk müdahaleyi yaptı. Bilinci kapalıydı.
Ambulansla hastaneye, acil servise götürdüler.
Ankara hâlâ Danıştay saldırısının şokundaydı. Ecevit yoğun bakım ünitesine alındı. Beyin tomografisi çekildi.
Beyin kanaması geçirdiği saptandı.
Sağ yanına felç inmişti.
22.30'da bir operasyon yapıldı. Dört saat sürdü. Beyindeki kanama durduruldu.
Sonra uyutuldu.
80 yıllık bir ömrün ve yarım asrı aşan, seçimler, zaferler, darbeler, hapisler, yenilgiler, zirvelerle dolu bir siyasi koşunun ardından gelen "derin uyku"ydu bu.
Ve biz, bir zamanların mahşeri kalabalıklarından artakalan bir avuç adam dışarıda, her daim bizi gaflet uykularından uyandıran adamın, derin uykusundan uyanmasını bekliyorduk, dualarla...
Bülent Ecevit'in çevirisiyle son uyku
"Uyandırmayın, yalvarırım!"
Ecevit, Hint edebiyatına tutkundu.
Özellikle de Rabindranath Tagore'a hayrandı.
Onun "Gitanjali"sini henüz 16 yaşındayken çevirmişti.
Tagore'un Tanrı'ya ve ölüme dair dizelerini her daim yaşam felsefesi bellemişti.
İşte onun kaleminden bir bölüm:
"Gece onu boş yere beklemekle hemen hemen sona erdi.
Sabaha karşı yorgun bir halde uykuya dalmışken, birdenbire kapıma gelmesinden korkuyorum.
Ey dostlar,
Yolu ona açık bırakın, ona engel olmayın.
Şayet onun ayak sesleri uyandırmazsa beni kaldırmaya uğraşmayın, yalvarırım.
Sabah aydınlığının bayramında kuşların gürültülü korosuyla, rüzgarın başkaldırışıyla uyandırılmak istemiyorum. Hatta kapıma ansızın Tanrım bile gelse rahatsız edilmeden uyuyayım.
Ah benim uykum,
Sona ermek için yalnız onun dokunuşunu bekleyen değerli uykum...
Ah benim kapalı gözlerim, uyku karanlığından meydana gelmiş bir rüya gibi gülümseyerek önümde dururken yalnız onun gülümseme ışığına açılacak olan kapalı gözlerim...
O bana bütün ışıkların ve şekillerin ilki halinde görünsün.
Uyanan ruhuma neşenin ilk titreyişi onun nazarlarından gelsin. Ve benim kendime dönüşüm, doğrudan doğruya ona dönüşüm olsun."

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa