Salı, Mayıs 30, 2006

Küçük Kız Çocuğu
Birgün sende anlayacaksın..
Kalabalıklardan kaçıp,
Dizlerini karnına kadar çekip ağlayacaksın!
İşte o an özleyeceksin..
Eski sevgilini değil,
Pili bitmiş oyuncak ayını..
Yanından ayırmadığın saflığını..
Sen de birgün anlayacaksın
Dizlerini karnına kadar çekip,
Çocukluğuna ağlayacaksın..
O küçük kız çocuğu değilsin artık..
Tel sarar kızıma tel sarar diyen babana
Benzemeyecek bazı erkeklerin gözleri
Ve özleyeceksin kendini
O küçük kız çocuğu değilsin artık..
Ama birgün sende anlayacaksın
Kenarları dantelli elbisesiyle
Saçlarını özene bezene
Yanlara ördüğün bez bebeğini
Nereye koyduğunu
Hatırlaman gerektiğini..
CEYHUN YILMAZ

Pazar, Mayıs 28, 2006

"İngiltere'de sevgilisi tarafından reddedildiği sanılan bir kişi, 500 sterlin değerindeki pırlanta yüzüğü mızıka çalarak para toplayan dilencinin kutusuna bıraktı. İngiltere'nin Shrewsbury kasabasında yaşanan trajikomik olayda muhtemelen sevgilisi tarafından reddedilen bir adam meydanda mızıka çalarak para toplayan dilencinin kutusuna 500 sterlinlik (1,350 YTL) pırlanta yüzüğü bıraktı.
Olaya önce bir anlam veremeyen Tim Pockett adındaki fakir müzisyen alyansın 2.5 karat değerinde pırlanta bir yüzük olduğunu fark edince doğru polis merkezine gitti.
Daily Mail Gazetesi'nin haberine göre Pockett, "Kendi halimde dalmış enstrümanımı çalıyordum ki biri kulağıma eğilip "Bu seni birkaç gün idare eder" dedi ve yüzüğü önümdeki kutuya attı. Önce sahtedir diye önemsemedim. Eve dönerken baktım ki üzerinde markası var, çalıntıdır diye polise teslim ettim" diye konuştu.
28 gün içinde sahibi bulunmazsa Pockett'a iade edilecek yüzük için komiser Dave Walton, "O anda alyansı bırakan kişinin ruh halini bilmiyoruz. Belki acele alınmış bir karardır. Birkaç gün daha bekleyeceğiz" dedi. "

Perşembe, Mayıs 25, 2006

içimden ağlamak geliyor.bağıra bağıra,hıçkıra hıçkıra.. herşey boğuyor beni,herşey.. herşey üst üste geliyor. hiçbirşey istediğim gibi olmuyor.
CAN DÜNDAR' dan
Perşembe gecesi... Saat 01.00... Ankara Keçiören'de Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) hastanesi önü... Hemen karşıdaki sokakta televizyonların naklen yayın araçları kurulu...
Hastane girişinde birkaç araba...
Ve bir avuç adam... Tanıdıklarım: Ecevit'in en yakınında olmuş iki gazeteci: Fikret Bila ve Mehmet Çetingüleç...
Partinin basın danışmanı Süleyman Yağız...
Ve onun kabinesinde bakanlık yapmış Yaşar Okuyan...
Az sonra TRT'deki kameramanlık günlerinden tanıştığımız DSP'nin eski milletvekili Mustafa Vural ağlayarak geliyor. Eşinin telkinlerine rağmen gözyaşlarına hakim olamıyor.
1.15'te Sağlık Bakanı Recep Akdağ hastaneden çıkıyor. Ecevit'in beyin ölümünün gerçekleştiği, yaşam destek ünitesine bağlandığı haberi geliyor.
Az sonra DSP Genel Başkanı Zeki Sezer bunu yalanlıyor.
Son yıllarda her fotoğraf karesinde Ecevit'lerin başucunda görünen yakın koruması Recai Birgül'ü arıyorum:
"Evet, beyefendinin durumu ağır" derken ağlamaya başlıyor o da...
"Karaoğlan" efsanesini yaratan yüzbinlerden artakalan bir avuç adam, geceyarısı efsanenin son durağında içerden haber bekliyor.
Üç cümlelik açıklama
18 Mayıs günü Ankaralıların Danıştay saldırısını protesto için Anıtkabir'e yürüdükleri saatlerde tepkisini bir basın açıklamasına döktü Ecevit...
Yayın organlarına gönderilen açıklamada "Bülent Ecevit'in demeci" deniliyordu. Partisi yoktu artık; o, sadece bir isimdi.
"Hükümet derhal çekilmelidir" başlıklı demeç üç cümleden ibaretti:
"Laik demokratik cumhuriyete karşı Ankara'da göz göre göre işlenen korkunç cinayetten başbakan da sorumludur ve başında bulunduğu hükümet de sorumludur. Bu hükümet artık görevde kalamaz. Halkın yüzüne bakamaz."
Bu kadar!
Ecevit açıklamalarında alışkın olmadığımız bir cümle aksaklığı ama hep alışkın olduğumuz sorumluluk, kararlılık ve duyarlılık...
Bir intihar girişimi
Bu açıklamayla yetinmedi.
Cenazeye gitmek istiyordu.
Rahşan hanım bunu yapmaması gerektiğini söyledi. Hava sıcaktı. Cenazede bir izdiham olacağı belliydi.Bu halde gitmemeliydi.
Diretti Ecevit... Böyle bir günü evde televizyondan izleyemezdi:
"Aynı fikir doğrultusunda olduğumuz bir değerli insanı son yolculuğunda yalnız bırakmak istemem. O yüzden cenazesine katılacağım" dedi.
Gri gömleğini giydi, kravatını ve ünlü "Ecevit kasketi"ni taktı.
Ve cenazeye geldi.
Bu, 81 yaşında, sağlık sorunlarıyla boğuşan bir insan için intihar demekti.
Cenazede uzaktan görebildiğim kadarıyla gerçekten çok kötü durumdaydı.
Kalabalığı yararak zar zor ilerledi, cami avlusunda, musalla taşı başında sıcakta uzun süre bekledi.
Üzüntünün de eklenmesiyle yanındakileri tanıyamayacak hale gelmişti. Yanına gelen Devlet Bahçeli'yi hatırlamakta zorlandı. Gözlerinin içi bembeyazdı.
Düşüyordu
Tören bittiğinde omuzları hepten çökmüş, bacaklarını sürüyemez hale gelmişti.
Artık ayakta duracak hali kalmamıştı.
İki koruması iki koluna girdiler. Bir ara sendeledi, dizi yere değdi.
Kaldırdılar.
Kocatepe Camii avlusunu dolduranlar onu hararetle alkışlıyor, "Helal olsun" diye bağırıyordu.
Yaşlıca bir adam sırtını sıvazladı, omzunu öptü.
Bir başkası uzanıp omzundaki saç telini aldı.
O ise bir an önce çıkışa ulaşmaya çalışıyordu.
Arabaya zor bindi.
"Derin uyku"
Eve geldiğinde bitkindi. Dinlenmeye çekildi. İki saat sonra fenalaştı.
Recai Birgül özel doktoru Mücahit Pehlivan'ı aradı.
Pehlivan hemen gelip ilk müdahaleyi yaptı. Bilinci kapalıydı.
Ambulansla hastaneye, acil servise götürdüler.
Ankara hâlâ Danıştay saldırısının şokundaydı. Ecevit yoğun bakım ünitesine alındı. Beyin tomografisi çekildi.
Beyin kanaması geçirdiği saptandı.
Sağ yanına felç inmişti.
22.30'da bir operasyon yapıldı. Dört saat sürdü. Beyindeki kanama durduruldu.
Sonra uyutuldu.
80 yıllık bir ömrün ve yarım asrı aşan, seçimler, zaferler, darbeler, hapisler, yenilgiler, zirvelerle dolu bir siyasi koşunun ardından gelen "derin uyku"ydu bu.
Ve biz, bir zamanların mahşeri kalabalıklarından artakalan bir avuç adam dışarıda, her daim bizi gaflet uykularından uyandıran adamın, derin uykusundan uyanmasını bekliyorduk, dualarla...
Bülent Ecevit'in çevirisiyle son uyku
"Uyandırmayın, yalvarırım!"
Ecevit, Hint edebiyatına tutkundu.
Özellikle de Rabindranath Tagore'a hayrandı.
Onun "Gitanjali"sini henüz 16 yaşındayken çevirmişti.
Tagore'un Tanrı'ya ve ölüme dair dizelerini her daim yaşam felsefesi bellemişti.
İşte onun kaleminden bir bölüm:
"Gece onu boş yere beklemekle hemen hemen sona erdi.
Sabaha karşı yorgun bir halde uykuya dalmışken, birdenbire kapıma gelmesinden korkuyorum.
Ey dostlar,
Yolu ona açık bırakın, ona engel olmayın.
Şayet onun ayak sesleri uyandırmazsa beni kaldırmaya uğraşmayın, yalvarırım.
Sabah aydınlığının bayramında kuşların gürültülü korosuyla, rüzgarın başkaldırışıyla uyandırılmak istemiyorum. Hatta kapıma ansızın Tanrım bile gelse rahatsız edilmeden uyuyayım.
Ah benim uykum,
Sona ermek için yalnız onun dokunuşunu bekleyen değerli uykum...
Ah benim kapalı gözlerim, uyku karanlığından meydana gelmiş bir rüya gibi gülümseyerek önümde dururken yalnız onun gülümseme ışığına açılacak olan kapalı gözlerim...
O bana bütün ışıkların ve şekillerin ilki halinde görünsün.
Uyanan ruhuma neşenin ilk titreyişi onun nazarlarından gelsin. Ve benim kendime dönüşüm, doğrudan doğruya ona dönüşüm olsun."

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

"Tarihe not
Dün...
Atatürkçü yargıçlar kurşuna dizildi.
Dün...

Cumhurbaşkanı, "Bu saldırı, Cumhuriyet tarihine kara bir leke olarak geçecek" dedi.
Dün...
CHP Genel Başkanı, "Türkiye'nin nereye sürüklenmekte olduğunu görmeyenler, umarım artık görür" dedi.
Dün...
DYP Genel Başkanı, "Bu katliam girişimi, mülkün temeline, dolayısıyla milletin ortak varlığına yönelik bir eylemdir" dedi.
Dün...
Anavatan Genel Başkanı, "Meczup falan değil, resmen terörist... Cumhuriyet değerleri etrafında bütünleşmeliyiz" dedi.
Dün...
Genelkurmay Başkanı, "Alçakça saldırıyı nefretle kınıyorum" dedi.
Dün...
Danıştay Başkanı, "Bu saldırı, devlet adına yetki kullanan makamların cesaretlendirici beyanlarda bulunması sonucu gerçekleşti. Yargısına sahip çıkmayan devlet, büyük yara aldı" dedi.
Dün...
YÖK Başkanı, "Laik Cumhuriyet'i öldürerek yok etmeye çalışıyorlar" dedi.
Dün...
İstanbul Barosu Başkanı, "Aynı düşünceyi taşıyanlar, Meclis'in içinde gösteri yapıyor... Cumhuriyet'e, laikliğe meydan okunuyor" dedi.
Dün...
Ankara Barosu Başkanı, "Bu alçakça saldırının asıl hedefi laik Türkiye Cumhuriyeti'dir" dedi.
Dün...
İzmir Barosu Başkanı, "Bu kışkırtmaya sebep olan Başbakan ve Meclis Başkanı'nı istifaya davet ediyorum" dedi.
Dün...

Yani aynı gün...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Atatürkçü dedeye dava açtı.Üste para istiyor. "

Yılmaz ÖZDİL

Pazartesi, Mayıs 22, 2006

hafif bir rüzgar esiyor,en sevdiğin insanlarla bir balık lokantasının salaş bahçesindesin,gün battı batacak,gökyüzü tarifi imkansız bir kızıllıkta,masada balık,bira ve ege salataları ve hoş bi müzik... işte hayat bu dedim ya.. bu an bitmesin dedim:)

sigaramın dumanına sarsam saklasam seni
hasretin ah yol yol olsa uzasa unutmam seni
gitme gitme gittiğin yollardan dönülmez geri
gitme gitme el olursun sevdiğim,incitir beni
3 gündür bozuktu bilgisayarım :(

Cuma, Mayıs 19, 2006

benim kuzuşum buuu...bizim uçurtma şenliği fotoğraflarından bunlar..

Perşembe, Mayıs 18, 2006

Beni,bizim ahaliyi merak edenlere küçük bi albüm.....


herkeşe selaaaaam.....

bizim okuldan bi kare..

bi çift göz..

gecenin bir saatiii....

işte yine beeen...

kara prens...böööö...kerem.. :D


yorumsuz..

ben denize düşmeden saniyeler önce.. :))

onur..

gölgelerde tuğba..

daha önce bahsettiğim gezide kızlarla..

ve kapanış yine benimleeee...

Pazar, Mayıs 14, 2006

mutluluk??

mutluluk..ağlayan bir çocuğa uzattığın bi pamuk şeker bazen,anneni arayıp iyiki varsın dediğinde karşı taraftaki anlık sessizlik ya da yeni tıraş olmuş babana sarıldığında duyduğun koku..büyüyüp kocamaaaan olup,hala sokakta oynayan çocuklara katılabilmek beş dakikalığına da olsa..tüm hastalığına rağmen,harika görünüyorsun sözleriyle karşılaşmak belki..aşk olsun lafına aldığın bir "keşke" yanıtı..ya da sen uçurtmalarını yaparken meraklı heyecanlı gözlerle sana bakan yumurcakların verdiği görünmez hediye..uykusunda gülümseyen bebeğin yüzündeki ifade..elindekileri taşımaya yardım ettiğin teyzenin sağol derken ki titreyen sesi..eski bir öğretmeninle karşılaştığında gözlerinde gördüğün ışıltı..ya da oyun bitip de perde kapanığında gelen alkışlar..

Cuma, Mayıs 12, 2006

ben de gönüllü öğretmenim artıııık...

bugün güzel şeyler yaptm..eğitim için gönüllü çalışan(öğretmenlik,ücretsiz kütüphane bilgisayar internet,ders çalışacak yer,resim müzik eğitimi,ihtiyacı olan öğrencilere burs gibi hizmetler sunan) özel bir vakfa kaydoldum..orada gönüllü öğretmenlik yapıcm..pazar günü uçurtma şenliğimiz varmış..beş yüz çocuk otobüslerle götürülecek,kahvaltı öğle yemeği ve uçurtmaları hazır,onları bekliyor..ayrıca maket uçak,yamaç paraşütü,halk oyunu gösterileriyle beraber.. çok güzel ya.. çok mutlu oldum bunları duyunca.. ben de bi grubun başında olacağım.. en yüksekte bizim uçurtmalarımız olacak! :))

Perşembe, Mayıs 11, 2006

Sevda değildi bu
Sanki bir düştü
Sürecek diyordum
Sonsuza kadar
Takvim yaprağına
Ayrılık düştü
Aramıza girdi
Bu kara duvar
Beni bekledinse
Yağmurda karda
Beni bekledinse
Deli rüzgarda
Beni bekledinse
Yorgun yıllarda
Susuz yüreğimde
Çiçekler açar
Yüzün ay ışığı vuran bir koydu
Saçların gecede saman yoluydu
İçin güneşlerle dolu doluydu
Önce gözlerine gelirdi bahar
Beni bekledinse
Yağmurda karda
Beni bekledinse
Deli rüzgarda
Beni bekledinse
Yorgun yıllarda
Susuz yüreğimde çiçekler açar
Çorak yüreğimde çiçekler açar

en sevdiğim türkülerden..

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

beni sevme
sen bilmezsin benim yalnızlığımı

yaşayamazsın sokaklarında umutsuzluğumun
için üşür
kış akşamları indiğinde üzerine
yalnızlığımda batırırsın
kağıttan gemilerini

dudaklarından kan sızar çatlak çatlak
kaybolursun bir kadının
peşinden koşarken

burnuna çalar kokusu
tenindeki yağmurun

hep geceyi görür gözlerin
bir rüzgar eser denizimin üzerinden
yapraklar çıldırır ayaklarının altında
saçlarını dağıtır ,
umutsuzluğumun fırtınası

yüreğinle solursun yalnızlık tozunu
kaybolursun
düşüncemden büyük bir parça alıp
hayalini alıp yokluklarda
durmaksızın gidersin sonsuzluğuma
hiç bitmez yolculuğun.
sen bilmezsin benim yalnızlığımı
yaşayamazsın sokaklarında
umutsuzluğumun
şehrimin içerisinden doğar karanlık
beni sevme
bu zamansızlık boşluğunda
nefesin tıkanır yollarımın yarısında
düşüp kalır avucuna yüreğin
alev alev

gözlerin kayar
kırmızı yıldızlarıma
ölü denizimden çığlıklar sarar etrafını
gölgeler üşüşür başına
kuraklığında çöllerimin

-beni sevme-
zamansızlık dört bir tarafım
pusulasız bir gemi atışları yüreğimin
kaybolmuş bir hikaye
sonunu bilmediğim

-beni sevme-
belki bir dakika sonra (belki şimdi)
kendi şehrimin içerisinden gideceğim
-beni sevme-
yorulursun
belki bir dakika sonra (belki şimdi)
öleceğim...
çakırkeyif hallerdeyim dün gece,bi yandan yüzümde yerleşik bi gülümseme -ki arada küçük kahkahalara dönüşüyor- düşünüyorum.. hep moralim bozukken,bişiyler ters giderken,içim huzursuzken,bağırmak isteyip bağıramadığım zamanlarda,çığlıklarım duyulmadığında,anlatmayı çook istediğim ama bir türlü doğru kelimeleri bulup yerlerine yerleştiremediğimden içimdekileri anlatamadığımda,değişik bi gülümseme oluyor yüzümde.. bir tür kaçış sanki,kimse gelip sormasın "hayrola neyin var die".
kimselere anlatmak istemiyorum..kimselere..

Pazar, Mayıs 07, 2006

BİR AYRILIŞ HİKAYESİ
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın
-yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...
Nazım HIKMET
"Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş...
Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.
Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;
papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);
Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
baykuş yıkıntılarını özlemiş,
balıkçıl kuşu bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.
Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş...Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki;
"SİMURG ANKA - Otuz Kuş" demekmiş.
Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. Simurg Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.
Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır..."
alıntıdır.

Cumartesi, Mayıs 06, 2006

vay nerdesin nerdesin
kaldır camın perdesin
diyeceğim çok amma da
pek kalabalık yerdesin
................................

Cuma, Mayıs 05, 2006

msnde konuşurken..
lion: nazım ne diyor yeter ki kararmasın sol göğsünün altındaki cevahir
öyle değil mi matilda?
matilda..: öyle..en önemli şey o..zaten karardığı olmuyor..yeniden seviyor çünkü insan..hep seviyor..önce bir köşeye çekilip yarasını sarıyor,yavru bir kurt gibi..sonra yine açıyor gönlünü yeni aşklara..hiç ders almıyor..her seferinde bu defaki başka olacak diyor,inançla seviyor..çünkü herşeyden güzel sevmek..ihtiyaç..

...
lion:aşkın güzelliği bu değil mi zaten hiçbise olmamış gibi bir bebek gibi hayata yeniden başlamak...
matilda..:evet..sabahları uyanmak bile daha güzel oluyor..çalan telefona koşmak daha heyecanlı..gök yüzüne bakıp onu düşünmek..herşey bir başka oluyor..daha önce hiç yaşamamışçasına sevmek sevilmek istiyor insan çünkü..

...

lion: ikizler ve aşk
lion:tam bi tezat
lion: ???
matilda..: ne burcu olursan ol,aşk gelip içine işliyor,ipek iplikten dantel işler gibi ince ince..

matilda..: ama mantığın ön plandaysa benim kadar,hiç bırakmıyor kararsızlık peşini..
matilda..: tam evet aşkım için her şeyi yapabilirim artık derken,bir şey içine bir kurt düşürüyor..ve mantığın kemirmeye başlıyor kalbini sevgini,"değer mi" diyor..

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Salı, Mayıs 02, 2006

Every Time I Close My Eyes I See Your Face